25 Ağustos 2011 Perşembe

Üçüncü Yıl

Hep öyle gidecek gibi geldi önceleri, yani hep uzaktan severek, yollar gidip gelerek, otogar havası teneffüs ederek sıklıkla ve yol boyunca içlenerek... Sonra birgün herşey değişti. 3 yıl önce bugün, belki de şimdiye kadar attığım imzaların en yerli yerinde olanını atarken ve her anı hafızama kazımaya çalışırken...



Faks kağıtlarına yazılan upuzun mektuplar, mektuplara iliştirilmiş küçük hediyeler, apansız gelip gitmelerle hayrete düşürmeler, kısacık zamanlara bi dolu şey sığdırmalar, derin düşünceler, küslükler, gülüşmeler ve daha nice yaşanmışlık farklı bir boyut kazanmıştı.
Normal bir flörtten bir miktar daha uzun süren o süreçte evlilik fikrine gerektiği kadar hazırlanmamıştık ikimiz de, çünkü evli olmama durumuna fazlasıyla alışmıştık sanırım. Ama süreç başladığında buna adapte olmakta hiç de zorlanmadığımızı farkettik. Olması gereken her ne varsa kolaylaştırarak ve de keyfini kaçırmadan yaşadık. Şimdi geriye dönüp baktığımda düğün öncesi hazırlıkları hatırlıyor ve en az o zamanki kadar keyif alıyorum.
3 gün 3 gece düğün derler ya hani, hah işte tam da öyle oldu :) Akbaba'da bir gece kına gecesi ve sabahında uğurlama töreni...


Fotoğraf ve anı biriktirme kısmı bittikten sonra epeyce zorlu bir uğurlamayla ayrılmıştık köyden...


Aradan bir kaç ay geçtikten sonra Murat o günü kendi üslubuyla anlatıp epey güldürmüştü beni :) 'Herkes benden nefret etti o anda, kendim bile, iyi ki orda yoktum, linç edilme riskim vardı' şeklinde bir geyikti... Hala gülerim...
Ama çok uzun sürmedi tabi, yolda biraz güldük, herşeyi unuttuk...


Yolda gelinliğimi çıkartıp Amasya'ya yaklaşırken bir daha giydim... Gelinliğimi çok severek yaptırmıştım ve belki de hiç bir gelin benim kadar doymamıştır gelinliğine. Defalarca giyip çıkardım (Şimdi istesem de giyemiyorum, iyi yapmışım:))



Amasya'da aynı gece dinlenip 2 gecelik maratona hazırlandık, bir kına gecesi ve bir nikah töreni için..
Artık Amasya'daydık, yaşayacağımız şehirde. Evden uzaklaştığım, evime yaklaştığım fikrine alışmaya çalışıyordum... Günler o kadar hareketli ve dolu dolu geçiyordu ki takip edip anı yaşamak için bile ekstra bir çaba sarfediyordum ama şimdi tüm detayları hatırladığımı görünce başarılı olduğumu düşünüyorum...


ve artık evliydik... Aynı gece yola çıkıp Bodruma gidiyorduk, yolda gecenin bir yarısı sessiz sessiz espriler yapıp kikirderken Murat elimi tutup  'çok gülecez len' demişti :)
O bilip de mi söyledi yoksa denk mi geldi bilmiyorum ama hakikaten çok güldük, gülüyoruz da...

Gelmekle ne iyi ettik, gelip kalmakla bilsen...Birbirimizi seçmekle, vazgeçmemekle, sevmekle ne iyi ettik bilsen, evlenmekle... Ben 9 sene önce nasıl aşıktımsa sana, bugün de öyle... Azalmadan, değişmeden... Hep diyoruz ya; kapı kapanır ve biz içerdeki havayı soluruz. İçerdeki her güzellik için teşekkür ederim. Seni seviyorum oğlumun babası...







24 Ağustos 2011 Çarşamba

İlk 2 Ay

Hamileliğimin son aylarından bugüne kadar süren el uyuşukluğu ki adı karpel tünel sendromu yeni yeni geçtiğinden isteyip yazamadığım gelişmeleri sıkıştırılmış olarak ancak şimdi yazabiliyorum. İlk iki ayın özetini geçecek olursak;
Doğum sinyalleri baş gösterince hep olmasını istediğim gibi ablama haber verildi ve aynı gün uçarcasına burda olması sağlandı... Annem zaten 2 gün öncesinden gelmişti. Doğum yaptığım sabah (ki o günün hikayesini, kucağımda Murathan'ın uyumadığı daha dingin bir gece yazmayı planlıyorum) hastanede Murat, Annem, Ablam, akşam üzeri de Saliha Abla vardı. Gece orda kalmak istemediğim için akşam eve döndük ve sanırım bu da verdiğim doğru kararlardan biriydi. Herkes epeyce yorgun olduğu için gece Murathan'ın uyanmalarında ben ve Saliha Abla ayaktaydık. Hepimiz ufacık bir canlının aramıza katılmasının şaşkınlığı ve keyfi içindeydik. Biz Murat'la gidip gelip oğlumuzu seyrediyorduk, eğilip onunla konuşuyor, komiklik-şakalar yapıyorduk. Yıkanmamış olmasına rağmen, ki 3-4 gün yıkanmaması konusunda fazlasıyla kararlıydık, bu kadar güzel kokuyor olmasına hayret ediyor bunu sebebini Murathan'ın kulağına eğilip soruyorduk. Sadece acıkınca uyanıp ağlıyor ve beslendikten sonra yeniden uyuyordu. Aslında o günlerimiz ne kadar da dingin geçiyormuş. İlk haftaya kadar bizimle aynı odada uyudu, park yatağını yatağımızın yanına koyduk ve uyandığında besleyip tekrar uyuttuk... Sonra nasıl oldu da o yatak annemin yatağının yanına taşındı tam olarak hatırlayamıyorum. Ablam aynı hafta sonu dönmek zorunda olduğu için bizden ayrıldı, zaten gidiş o gidiş :) Saliha abla da bir kaç gün kalıp Amasya'ya döndü. Annem Murathan 1 aylık olana kadar kaldı, ilk ay aşısı olana kadar beklemesini istedim, çünkü aşının ateş yapacağı gibi bir kanı vardı bende. Fakat öğrendik ki o zaman yapılan aşılar ateş yapmayan türdenmiş. Gayet rahat bir gece atlatmıştı. Aşı yapılırken ben ondan daha fazla zorlandım, bir de ilk hafta muayenesinde elinin üzerinden kan almışlardı. Bende hipotiroidi olduğu için o kontrolün yapılması gerekiyordu. Kan almak için hastanenin emzirme odasına götürdü hemşireler bizi. Sonra oğlumu yatırıp elinden kal almaya başladılar. Murathan o kadar büyük bir çığlıkla ağlıyordu ki, dayanmak işten değildi. Ben de yüzüne dokunup sakinleştirmek için konuşmaya çalışıyordum ama ağlamaktan tek kelime bile edemiyordum. Odada bebeğini emziren bir kaç anne halime epey acıyıp beni anladıklarını dile getirmeye çalıştılar. 'lohusalıkta oluyor böyle şeyler, daha haberleri seyrederken bile ağlayacaksın'... Aman ne güzel, içimi rahatlattınız... Ama ilginçtir ki Murathan bir kaç dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi etrafı izlemeye devam etmişti... Fakat ben bu leveli daha atlatamamışken sağlık ocağında topuk kanı aldılar... İşte orda kalmaya cesaret edemedim ve tüm yükü Murat'a yıktım. Döndüğümde ağlamanın son aşamalarındaydı ve kucağıma aldığımda artık susmuştu...
O günlerin daha hızlı geçtiğini düşünüyorum şu an, belki de 3 ay sonra geriye dönüp bakınca da bugünler için aynı şeyi düşüneceğim bilmiyorum, ama çoğu detayı net hatırlayamıyorum. Sadece annem gittikten sonraki ilk günlerde elim ayağım karışmıştı, uyurken anneme alıştığı için uyutmayı beceremiyordum, üstelik gaz sancılarının tavan yaptığı dönemlerdi... Verdiğimiz damla(Om-X) işe yarıyordu ama yine de çok sıkıntı çekiyordu. Beslenme ve gelişiminde hiç bir aksaklık yoktu, sadece uyumak için seçtiği yer (babasının ya da benim kucağım) bizi perişan ediyordu...
Gözünü açar açmaz teyzesi ve anneannesiyle tanıştı. Teyzesinin parmaklarını tuttu sıkı sıkı, küçücük gözlerini açıp kısık kısık teyzesine baktı uyanık olduğu saatlerde. Belki biliyor belki daha bilmiyordu ilerde onunla zaman geçirmenin çok keyifli olacağını...

Çünkü ne demişler; Anne yarısı :)

Saliha Halası oğlumun daha ilk banyosunda maharetlerini göstererek hepimizi şaşkına çevirdi, kimse son çocuğunu 13 sene önce dünyaya getirdiğine inanmazdı doğrusu :)


İlk banyosunun ardından halasıyla egzersiz

1 haftalıkken dayısı ve yengesiyle tanıştı. Dayısı gaz sıkıntısı adına hiçbir şey bırakmayacak kadar çok ovdu Murathanın karnını :) O zamanlar içim sızlıyordu abim onu mıncıkladıkça ne yalan söyleyeyim, kızıyordum da... Ama Murathan hoşnutsuzluk belirtmediği için pek sesimi çıkarmıyordum. Gidene kadar beslenme zamanları hariç hep koyun koyuna durdular. Acıkınca da 'Gülci bunu şarj et geri getir' diyordu... Giderken de küçük gelen uyku tulumunu götürüp gitti, öğrendiğim kadarıyla evde kafasına takıp gezdiği zamanlar olmuş...


Kız halaya, oğlan dayıya :)

15. gününde babaannesi, dedesi, Fatoş ve Semra halasıyla tanıştı... Aynı zamanda Ercan Amcası ve Berna yengesiyle de... Sonra Berna'nın da bebeği olacağını öğrendik, kendi adıma sevindim çok, zamanlama konusunda özenli davranıyordu ve tam istediği gibi oldu. Henüz duruma alışamadığı için yabacısı gibiydi hamileliğin, ben de kağıt üzerinde bir hamilelik yaşadığım için fazlasıyla anlıyorum bu durumu... Fatoş haber vermeden geldiği için evdeki herkes tarafından hayretle karşılandı. Bebek bakmayı unuttuğu için Murathan'la fiziksel teması epey zorlu oldu başta :) ama sonra alıştı. İkinci gelişi hepimiz için daha keyifliydi. Hem o gelişinde amcasını da getirmişti oğlumun. İlk gelişinde bir gece kaldığı için çok uzun zaman geçiremediler ama ikincisi daha kayda değerdi.


Bu fotoğrafta mırıldanarak uyuyan Murathan'a içi giden Fatoş halasını görebilirsiniz :)



Semra halası ve babaannesi


Büyük hala ve babaanne ise biraz daha kaldı. Murathan'la vakit geçirmek biraz da bağlanma anlamına geldiği için aslında en çok hasar görenler arasındalar :)


Murathan olsa da yesek :)
35-36 günlükken de Metin Amcası geldi... Beraber bir haftaya yakın zaman geçirdikten sonra iyiden iyiye tanıyıp birbirlerini, ağlamadan keyif yapabiliyorlardı artık. Bir de bizim Metin'le 'bişey olsa da yesek' çıkışlarımızı özlemişim :) yad ettik...
Sonra 40 uçurmaya Amasya'ya gittik, hafta sonu kalıp döndük.


Murathan'ın sakinleştirmeye çalışan kuzenleri


Murathan Dedesiyle

Kırkı Amasya semalarına uçurduktan sonra yuvaya döndük. Değişiklikler konusunda biraz sıkıntı yaratan yavru kuş bir süre sonra eski düzeni tekrar yakaladı.


Amasya'dan Kastamonu'ya

Dönüş yolculuğu gidiş kadar sıkıntılı olmadı, neredeyse yol boyunca uyuduğu için biz de rahat ettik. Eve geldiğinde yol yorgunluğundan olsa gerek araba koltuğuyla balkonda 2 saate yakın uyudu...

Sonra pek gelen giden olmadı. Bir kaç arkadaş ziyaretimize geldi, biz gezmelere gittik, babası bizi yemeğe götürdü, AVM dolaştı sıkılmadan, gezmelerde sling içinde ara ara uyanıp ışık seyretti...
2. aşısında çok içerledi ama kolay unuttu... Yaklaşık 12 santim uzayarak 3,5 kilo aldı, artık ellerini yumruk yapıp tamamını ağzına sokmaya çalışıyor. Sonra sağa sola tükürüyor başı eğikse :) Bazen yutkunmayı beceremeyip tükrüğü ile tıkanıyor ve öksürüyor. Her beslenmesinin arkasından az veya çok mutlaka kusuyor, babası öğlen geldiğinde ya pantolununu ya gömleğini bir şekilde batırıyor. Kusmadan önce ciddi şekilde gülüyor, dün rastladığım bir bilgiye göre aslında çok gülüp karın kasları harekete geçtiği için kusuyormuş. :) Çok keyifli sesler çıkartabiliyor, farkında olarak şaşırmış gibi 'aaa' diyor. Babasını ve beni tanıyor ve kahkahaya yakın gülüşler saçıyor. Kafayı tamamen dik tutarak odaklanabiliyor, kollarındna desteklendiğinde ayakta durup üzerimize tırmanmaya çalışıyor, dün sırf denemek için halıda yürütüp babasına gitmesini sağladım, adım atmayı nerden biliyorsun sen sıpa... çok keyifliydi... Uykusunda gülüyor bazen de ağlıyor, herkesi şaşkına çeviren mimikler kullanıyor. Akşam olunca uyumak istemiyor. Saatlerce bizimle uyanık kalabiliyor. Babasının dediği gibi ' oğlum biz artık yatacaz, sen televizyonu kapatmayı unutma'...  Desteklendiğinde oturur pozisyonda durabiliyor, bazen de bir elini bacağına koyuyor küçük bir dede gibi oluyor o zaman :)) çok gülüyorum ben Murathan'a, hele babasıyla birlikte bazen onun ağzından konuşuyoruz, acayip eğleniyoruz...
Biz Murathan gelmeden de çok gülüp eğlenmiştik, o gelince neler olabileceği hakkında az çok fikrimiz vardı... Ama doğrusu bu kadarını beklemiyordum. Murathan sanırım çok muzip bir çocuk olacak.


Eğlenceli kadromuz 3'e çıktı... Asıl şov şimdi başlıyor :)

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Uyku Eğitimi

Murathanın Salıncağındaki ilk Uykusu

Bugün aralıklar versek de uyku düzeni sağlamaya çalışmamızın 4. günü. Uzun uğraşlar, ikna etme çabaları, yanındayız ve güvendesin telkinleri ve bütün bunların yanı sıra lütfen artık yatağında uyusun, inşallah uyanmaz şeklinde yakarışlar... Sabır ve sebat gerektiren zorlu bir süreç... Tracy Hogg bir kaç karakter analizi yapmış bebekler için, melek bebekler, kitap bebekler, nazlı, hareketli ve huysuz bebekler gibi... Hepsi için ayrı ayrı uyku, yemek ve davranış tavsiyeleri vermiş. Ama herşey önce bebeğin belli bir rutini olmasıyla başlıyor. Rutin E.A.S.Y. , yani Eat, Aktivity, Sleep, Your Time şeklinde. Aslında çok da bilincinde olmadan biz bu rutini sağlamıştık, saatler konusunda da pek farklı değildik. Fakat dönüp dolaşıp Sleep noktasında takılıyorduk. Kucakta uykuya geçmek bir nebze atlatılabilirdi belki ama Murathan bütün uykusunu kucağımızda tamamlamak istiyordu. Yani aslında hiçbir şey Tracy'nin söylediği kadar EASY değildi... Sadece bu sisteme odaklanacak bir ayım olsa kesinlikle başarırız, çünkü sebat ettiğimiz günler biraz yorulsak da yatağında uykuya dalmayı ve hatta bir süre kalmayı başarabilmiştik... Öncelikle sistemden hafiften çark edişimin sebebi bu, yani zamansızlık. Diğer ve daha baskın olan sebepse bu akşam daha bi dank diye çarpan oğlumun iç çekişi... Akşam uykusu için biraz ısrarcı olup yarım saate yakın bocaladık. Yatağında ağladı kucağıma alıp sakinleştirdim, sonra tekrar yatırdım tekrar ağladı... Bu kısır döngü yarım saat kadar sürünce ikimiz de çok yorulduk ve Murathan artık fazlasıyla öfkelenmişti, bu aşamada neler olabileceğini çok iyi biliyordum, keza o ağlama limiti tavan yapınca sonrası epeyce gergin geçiyor... Ben sistemden vazgeçmiştim ama bu kez de Murathan için bu artık önemli değildi... Uzun bir uğraşın ardından yine slingin içinde son buldu savaş... Sanki şunu anlatmak ister gibi; anlamıyorsun anne, yatak soğuk ve ben orda bi hayli yalnızım, korkuyorum,  neden kucağında olmamı istemiyorsun, oysa ben burda çok rahat ve güvendeyim...
Slingin içinde sakinleştikten sonra bile küçük inlemelerini duyuyordum ve bu kadar içlenmesi beni fena halde sarstı... Aradan epeyce zaman geçince çıkartıp babasına verdim... Bir süre de orda devam etti uykuya. Fakat iç çeker gibi hatta ağlar gibi sesler çıkartıp dudaklarını büzüyordu, Murat 'gelsene, bak rüya görüyor' dediğinde ikimiz de onu izliyorduk ve gerçekten uykusunda ağlıyordu, derin bir soluk alıp uyanmadan ağladı... Murat alnını, yüzünü öperken ben de sırtını okşadım ve usulca konuştuk... Sustu işte, geçti kırgınlığı, ama benimki geçmedi... Daha da kızdım kendime, daha da öfkelendim... Tracy Murathan'ı nerden tanıyor da ona ne yapmamız gerektiğini söylüyor? Bırak dedim, kahretsin sistemi, nerde ne kadar istiyorsa o kadar uyusun...
Belki bir kaç ay sonra pişman olacağım vazgeçtiğim için, ama önemli olan şimdiyse eğer, şimdi de başladığıma pişmanım...

İŞE BAŞLA(MA)

Günlerdir Murathan ile ilgili ufak tefek gelişme ve değişmeler gördükçe kendimi suçlu hissediyorum. İşe başlamalı mıyım, yoksa biraz daha beklemeli miyim bilemiyorum. Ders saatleri öğleden önceye ayarlandığında biraz daha idare edilebilirmiş gibi geliyor sanki.... Ama yine de kimseye (anneme bile) bırakmak rahatlatmıyor içimi. Günlerdir süren bu gel git fikirler arasında epey can sıkıntısı yaşıyorum. Bütün bunların yanında Murathan için başladığım uyku eğitimi tamamen sekteye uğrayacak ve bunca çaba da yalan olacak. Yeni edindiğim ve acayip gaza geldiğim kitap sayesinde artık Murathan ufak ufak kendi yatağında yatıyor fakat ciddi anlamda çaba ve sabır gerektiriyor. Biraz geç kaldık aslında. Bu kitabı doğum yapmadan okuyup bitirmiş olsaydım Murathan'la ilgili şu an yaşadığımız pek çok sıkıntıyı yaşamayacaktık, peki şimdi geç mi? Hayır değil aslında ama bu rutini oturtmak için önce benim bir rutine girmem gerek, önümüzde bir bayram programı var ki hiç bir rutine sığmaz. Kalabalık, yabancı yüzler, yoğun ilgi derken Murathan fazla uyarana maruz kalacak ve ne 3 saatte bir o rutine uyacak ne de ben yatağının başında dakikalarca uyuma moduna sokabileceğim. Şimdi bütün bunları düşününce şuan gösterdiğim efor da Murathan'ın itiraz belirten ağlamaları da boşa gidecek. Tüm bunları geçtik, herşeyi gerektiği gibi uyguladık diyelim, döndüğümüzde anneannesi aynı tempoya ayak uydurabilecek mi?
Bazen akıl diyor ki, bırak herşeyi akışına, bu çocuk en fazla bir yaşına kadar böyle kucakta uyur, sonra istesen de gelmez, anneannesi 3 çocuğunu nasıl büyüttüyse Murathan'ı da öyle büyütsün. Salıncak mı kuracak kursun, ayakta mı sallayacak sallasın... Zaten bütün bu işleri o açmadı mı başımıza? :) Ağladıkça yanına aldı uyurken, şimdi de çeksin cezasını....
Bazen de diğer akıl diyor ki? Saçmalama, şimdi 6 kilo, koridorda git gel zor değil ama ya gelecek ay, ya sonraki, ya 10 kilo olduğunda? Ne kadar çabuk alıştırırsan o kadar rahat edersin, anneanneye falan da güvenme, aklındaki profilin dışına çıkma, kendi istediğin gibi büyüt çocuğunu, ayrıl izne, 1 yaşına gelince de bütün düzeni oturmuş, kuralları olan bir çocukla çık bakıcının karşısına....

Herşey teoride ne kadar kolay.... Ama varsa harfi harfine uygulayabilecek; beri gelsin....

19 Ağustos 2011 Cuma

Baby Sling Bağlama Yöntemleri

Doğumdan 3. aya ve daha sonrası için farklı kullanım imkanları var. Beni kurtardığı gibi belki bir başkasını da kurtarır umuyorum.



Bunlar da farklı bağlama şekillerinin gösterildiği videolar

18 Ağustos 2011 Perşembe

Özgürlüğün Adı, Baby Sling


Doğumdan önce alışveriş faslında gerekli olmayanları elemek, olmazsa olmazları öğrenmek için pek çok yazı okudum. Bu araştırmalar sırasında keşfettim ilk, fakat güvenlik ve bebek gelişimi açısından pek içime sindiğini söyleyemeyeceğim. Ben de doğal olarak klasik bir kanguru alıp attım kenara. Fakat doğumun ardından biyerlere gitme isteği, kucakta taşıma gerekliliği v.s. unsurlar baş gösterince kanguru buna çözüm olamadı. İşte tam bu esnada Özlem’le sorunlar ve çözümler üzerine görüşüyorduk sık sık. İkinci kez o getirdi gündeme ama ben hala endişeyle yaklaşıyordum. Sonra denemekten ne çıkar deyip anneme gösterdim. ‘Biz bunu yaparız, satın almayalım’ dedi. Halkalı modeli tercih edip annemin de çabalarıyla güzel bir sling yaptık. Fakat Murathan yüzünün örtülmesine bile tahammül edemezken o torbanın içinde durmasını beklemek aptallık olmuştu. Sonra şimdi kullandığımız modeli denedik umutsuzca. Fakat bir mucize oldu ve Murathan onu çok sevdi. Şimdi her nereye gidersek onunla, evde ağlamalara çözüm bulamazsak onunla, evle ilgilenmek gerektiğinde onunla… Dışarıda şaşıran, anlamaya çalışan, sevimli ya da tehlikeli bulan gözler ve hatta bazen sesleri önemsemeden bu şekilde pek bi keyifliyiz…

Aman kucağa alıştırma diyenlerse aslında bilmiyorlardı ki Murathan sanırım doğuştan itibaren kucağa meyilli bir bebekti. Ne kadar çabaladıysam da kucağımdaki sakinliğini hiçbir yerde sağlayamadım ve teslim oldum. Varsın kucak bebeği olsun, varsın yalnız uyumayı reddetsin… Kucakta bebek konusu da ayrı bir başlık aslında. Bebek ve anne için yararları hakkında fazlasıyla şey duyup okudum, yazacağım ilk fırsatta. Belki de doğumdan önce çok büyük laflar etmişimdir uyku eğitim v.s. hakkında….

Sırt ağrısı çekmeden, evi çok da fazla ihmal etmeden, dışarı çıkmak kabus olmadan, sıcaklarda biraz bunalıp terlesek de slingi seviyor ve yeni annelere şiddetle tavsiye ediyorum…


Baba-oğul her fırsatta baş başa

DOĞUM HİÇBİR ŞEY, LOHUSALIK HER ŞEY


Nihayet kalem tutacak seviyeye gelince ellerdeki uyuşukluk; artık yazabilirim olan biteni.

Doğumun üstünden 67 gün geçti ve her şey o kadar başka ki artık… Bütün hamilelere söylenmiş ve söylenecek olan o beylik lafların gerçekleştiği bir dönem bu… Hatta o çok bilmişlerin her fırsatta, her konuda söyleyecek şeyleri olmasına karşın pek çok şeyi atlamış olmaları tuhaf doğrusu… Bugüne kadar yaşamadığım ve öncesinde de tanımadığım pek çok durum ve duygudan bahsetmemişlerdi mesela. Uykusuz geçecek gecelerden, süt gelmemesi ihtimalinden, gaz sancılarından v.s.  Hamileliğim boyunca yaptığım tez hazırlama kıvamına gelmiş araştırmalarımın çoğunun ciddi anlamda faydasını görmüşken, tedbirini almadığım pek çok nokta olduğunu ancak yüzleştiğimde fark ettim. Bilmedim şeyler hep ürkütmüştür beni, önümü görmek, başıma ne geleceğini bilmek, planlı hareket etmek fazlasıyla rahatlatır beni. ‘Dur bakalım bulunur bi yol’ ‘Bi çıkalım da sonra karar veririz’ ‘Akışına bırak’ gibi cümlelerden oldum olası haz etmem. Bundandır ki; ne yaşanacaksa az çok fikrim olsun isterim. Hamilelik süresince de hep bunu yapmaya çalıştım. Hangi haftalarda ne değişti, önümüzdeki hafta hangi organı gelişecek, bende ne gibi değişiklikler olacak v.b. Doğuma gelince o ayrı bir başlık konusu ama kısaca değinmek gerekirse; kendimi tebrik ediyorum…

Şimdi düşünüyorum da ne evlenip evinin kadını, ne de doğurup çocuğunun annesi olabilecek bir mizaca sahip olmadığımı düşünürken şimdiki pozisyonuma bakıp hayretler içinde kalıyorum. Dün Murat, kucağında Murathan ve elinde bir demet gülle mutfakta belirince önce bir şey atladığımı düşündüm pek yapmasam da. Sonra içim ısındı birden. Ardından kendime acıdım ne yalan söyleyeyim… Çiçek almak çok nadir başıma gelen bir hadise olmamasına rağmen üzüldüm kendime, sevindiğim kadar en az… Bir de Murat için üzüldüm yetmez gibi. Biraz olsun kendimi iyi hissedeyim diye ‘elimden fazlası gelmiyor, Murathan seni çok yoruyor biliyorum ama biz seni çok seviyoruz ve böyle ifade edebiliyoruz’ gibi bir şeyler sezinledim… İyi gelmedi mi? Gelmez mi? Kendimi şişko, çirkin, bakımsız ve özensizliğin zirvesinde gördüğüm şu günlerde sevgilimin bir demet gülle eve gelmesi ilaç oldu resmen. Sanırım bu süreçte fazlasıyla efor harcıyor Murat. Her anlamda elinden gelenin sınırlarını zorluyor biliyorum. Bir yandan onu yormadan kendimi dinlendirmek isterken yine de kıyamıyorum çoğunlukla. Murathan gece ağlarsa oturma odasına götürüyorum, ‘bu çocuğu tek başıma yapmadım, kalk sen de bir şeyler yap’ diyen bir kadın tipi olmadım hiç, ama gün içinde gelecek hiçbir yardımı da geri çevirmiyorum. Özellikle Pazar günlerinin hastasıyım, hele ki sabah saatlerinin…

Doğum yapmış bir kadınsanız yardıma ihtiyacınız vardır. Fiziksel olandan çok duygusal olanına… Bir de bu yardım sizin talep ettiğiniz kadarla sınırlı kaldığı sürece keyif verir, kalan kısmı öfke patlaması… Sizde annelik içgüdüsünün getirdiği pek çok becerinin olduğuna kimse inanmak istemez önceleri… Her şeyinize müdahale edebilirler, bebeğinizin gazı için sizi suçlayıp ‘senden alıyor bu çocuk’ diyerek, yaz ortasında yelek ve patik giydirmek için ısrar edebilirler, yediğiniz her şeyi ‘bebeğe süt olsun’ diye etiketleyebilirler, emzirirken yanınızda kalıp normal şartlarda asla o pozisyonda görünmek istemediğiniz insanların önünde gık bile diyemeden izlenebilirsiniz, yine normal şartlarda kapınız vurulmadan girilmeyen yatak odanız umuma açıldığından istedikleri zaman girip çıkma özgürlüğünü edinebilirler, bebeğiniz ağladığında sizden izin istemeden ya da teklif etmeden kucağınızdan tuhaf bir cüretle alınabilir…Bebeğiniz için yapılmasını istemediğiniz pek çok ritüelin yapılması için ısrarcı olabilir hatta siz direnirken onlar bunu çoktan hayata geçirmiş olabilirler. Bütün bunlar yapılırken siz kimsenin olmadığı bir oda bulup sessizce ama hıçkıra hıçkıra ağlayabilirsiniz… İşte her şeyi araştırıp öğrendiğimi düşünürken bunlar hakkında tek bir öngörüm bile yoktu. Şimdiyse istediğim tek şey; yeni doğum yapmış bir kadının yanında olup tüm şimşekleri üzerime çekmek pahasına bu ve benzer durumlara karşı ona kalkan olabilmek…ve sadece dinlemek, anlatmak istediği, düşündüğü, hissettiği ne varsa… Kendi adıma söylemem gerekirse; Doğum hiçbir şey, lohusalık her şey…

Bir de bu 40 gün sınırlaması var tabi. Sanki her şey o süre içinde tamamen yoluna giriyormuş, normale dönüyormuş gibi sizden aşırılıklarınızın(!) da sona ermesi beklenebilir, ama gelin görün ki bu hormonal illet öyle pat diye normale dönmüyor. Siz de o meşhur 40 gün sonunda şöyle bir silkinip ‘ne yapıyorum ben yahu!’ şeklinde bir uyanışa geçemiyorsunuz…
Siz siz olun, yeni annelere bulaşmayın…